Türkiye’nin sözde Gürcü aydınları…
Öncelikle aydın nedir sorusuna cevap verecek olursak;
Aydın ezilenlerin, mazlumların, hor görülenlerin, hakları gasp edilenlerin sesi, kulağı olan, bunun için mücadele edendir.
Aydın çağının hem tanığı hem de “sanığı” olmayı göze alandır.
Edward Said’e göre “ Aydın, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir”
Sartre’ye göre aydın “Toplumsal yaşam içinde hangi kesim / kesimler eziliyorsa, sömürülüyorsa, “öteki”leştirilmiş ise aydın bu kesimler lehine tavrını koymak zorundadır.”
Satre aydın tanımını yaptıktan sonra şöyle devam etmektedir: “Aydının eski konumuna düşmemesi sürekli olarak yapması gereken iki özellik vardır: Sürekli özeleştiri ve ezilen sınıfların eylemlerine somut ve koşulsuz katılım.”
Aydın kendini ve bireyciliği aşmış, toplumsal düzeyde ezilenden-mazlumdan yana taraf olandır. Aydın tarafsızlığı diye bir şey söz konusu olamaz. Tarafsızlık demek sömürenden ve zalimden yana olmak demektir. Sınıfların olduğu dünya gerçekliğinde tarafsızlık söz konusu olamaz.
Ancak unutulmamalıdır ki her sınıfın da kendi aydını vardır. Doğal olarak taraf olma gerçekliği sınıfsaldır. İleride sınıfların ortadan kalktığı bir dünya gerçekliği hariç bu gün itibari ile sınıflı bir dünya gerçekliğinde sınıflar üstü bir aydın gerçekliği bilimsel olarak mümkün değildir. Sınıfların, sömürü ve zulmün olduğu dünya gerçekliğinde tarafsız aydın olmayı dayatanlar işin özünde sömürü ve zulme göz yummayı ve ortak olmayı isteyenlerdir.
Bir halk gerçekliğinde ya da bir ulus gerçekliğinde bu nasıl olacak? Farklı sınıf ve katmanların olduğu bir ulus içinde aydın hangi kesimlerin safında yer alacaktır?
Buna ikili bir cevap vermekte mümkündür. Ezilen ulus-halk gerçekliğinde aydın ulusal demokratik talepler için mücadele edendir. Bu taleplerin karşılandığı noktada olay sınıfsal sömürü ve ezilmişlikte düğümlenir ki burada aydın safını belirlemelidir.
Ya kendi ulusundan, ezen sınıf olan burjuvaziden yana taraf olacak ya da her daim gerçek aydının tanımı olan ezilen sınıf ve uluslardan yana olma gerçekliğini koruyacaktır.
Kendi halkından-ulusundan ezilen sınıf olan işçi-emekçilerden ve diğer toplumsal halk katmanlarından yana yine kendi ulusundan ezen sınıf olan kendi burjuvazisine karşı mücadele etmek zorundadır. Eğer gerçekten aydın ise ve o vicdanı taşıyor ise…
Türkiyeli Gürcü aydınları bunların neresindedir?
Öncelikle Türkiyeli Gürcü aydınları diye bir kategorinin olup olmadığının tartışmalı olduğunu belirttikten sonra düşüncelerimizi sizlerle paylaşalım.
Yüzyılı aşan bir süreçte oluşturulan asimilasyona karşı dil-kültür ve kimlik temelinde demokratik bir Gürcü hareketinin yaratılamadığı günümüzde maalesef Türkiyeli Gürcüler kendi aydınlarını da yaratamamıştır. Geçmişte bu konularda önemli çalışmalar yapmış olan Türkiyeli Gürcülerin aydınlanma öncüsü olan Ahmet Özkan Melaşvili ve Hayri Hayrioğlu Malakmadze gibi sınırlı sayıda Gürcü aydını belirli bir irade koymuş olup bunun devamı getirilememiştir. Bunda ki neden sürekliliği olan demokratik bir Gürcü hareketi oluşturulabilseydi doğal olarak bu hareket kendi aydınlarını da yaratacaktı.
Bu günün istisnaları hariç sözde Türkiyeli Gürcü aydınları “hastalıklıdır”.
Bir çok zaafı içinde barındırmaktadır.
Toplumsal değil bireycidir. Kariyerist , elitist, rantçı,icazetçi yani iç ve dış güç odaklarının kuklası vb. sakat yanlara sahiptirler.Ne kendilerine ne de Gürcü halkına güvenmektedirler.
Türkiyeli Gürcü aydınları Gürcülük faaliyetlerinden çoğunlukla kopukturlar. Ne Ahmet Özkan Melaşvili ne de Hayri Hayrioğlu gibi Gürcü aydınlarının anmalarına bu senede olduğu gibi katılma gereği bile duymazlar. Dans etmesini, Tamada sofralarında yiyip-içerek sözde gaumarcos Kartvelebo, gaumarcos Sakartvelo naraları atmasını çok iyi bilirler. Ama bunun en ufak bir gereğini dahi yapmazlar. Varsa yoksa şov yapmak, folklorik Gürcülüğün cazibesinde kendinden geçerek mest olmak onlar için vazgeçilmez yaşam biçimidir.
Maddi-manevi düzeyde dayanışmada bulunmaktan uzaktırlar. Ancak Gürcüleri müşteri, kendilerini esnaf görerek nasıl bu durumdan rant elde edebilirim konularında kafaları çok iyi çalışır.
Neden mi böyle, dediğimiz gibi özde değil de sözde aydın olduklarından…
Türkiyeli Gürcülerin çoğunluğunun dil-kültür ve kimlik temelinde asimilasyona uğrayacağını ya da bir çoğunun uğradığını, çok az bir kısmının kendi kimliğini koruyacağını vb. tespitlerle teslimiyetçi bir çizgidedirler.
Ne bunu değiştirmek için irade koyacak kendine bir güvenleri vardır ne de önderlik etmek için Gürcü halkına güvenmektedirler. Her şeyden önemlisi de Türkiyeli Gürcülerin temel sorunlarını dahi dile getirmekten aciz ve korkaktırlar.
Türkiyeli Gürcüler’deki asimilasyon iradi-doğal boyutları ile “beyaz ölüm” şeklinde bir süreç izlerken Gürcü aydınları “kral çıplak” deme cesareti göstermekten uzak durarak gerçeklerin örtüsü olma, asimilasyonun yedeğine düşme suçuna ortaklık etmektedirler.
Neden mi böyle, dediğimiz gibi özde değil de sözde aydın olduklarından…
Folklorik Gürcülük mü, kimlik mücadelesi mi? sorusuna cevap bulamayan ve bunun gereğini yapmayan hiçbir aydının tarihsel rolünü oynama, önderlik etme, asimilasyonun yedeğine düşmekten ve atalarına vefasızlık etmekten kurtulma şansı yoktur. Bundan kendini muaf görenler gerçek manada değil ama sözde Gürcü aydınları olur ki bunların yeri de tarihin karanlık sayfalarında hak ettikleri kör kuyularda kaybolmak olacaktır. Bunlar eğer hatırlanırlarsa tarihin aydınlık değil karanlık yüzünün temsilcileri olarak anılacaklardır.
Asimilasyon belasını sanki Türkiyeli Gürcüler isteyerek kabul etmiş ve içselleştirmiştir. Suçlu onlara göre Türkiyeli Gürcülerdir. Onların İslami kimliğinden dolayı doğal bir erimenin yaşandığı ya da İslamın buna hizmet ettiği gibi dar, realist olmayan yaklaşımlar içindedirler. Dünyanın neresinde olursa olsun halklar dinsel kimliklerinden dolayı değil egemen ulus devletlerin resmi politika ve resmi ideolojilerinden dolayı bilinçli bir şekilde asimilasyona tabii tutulurlar. Resmi ideolojiye, asimilasyona ve bunu yaratan egemenlere karşı dil ve kimlik mücadelesi vermek emek-bedel gerektirdiği için Türkiyeli Gürcü aydınları işin kolayına kaçarak halkı suçlamayı tercih etmişlerdir.
Bu hastalıklı, kendine ve Türkiyeli Gürcü halkına güvenmeyen sözde Gürcü aydınları ile asimilasyonu durdurmak ve gelecek kuşakları kazanmak mümkün müdür? Asla…
Aralarından tabii ki dürüst ve samimi olanlar zamanla sürece olumlu bir çizgide katılarak , vicdanlarına kulak vererek tarihsel rollerini oynayabilirler.
Ancak bu aşamada temel sorun asimilasyona karşı dilini, kültürünü, kimliğini kazanmaya çalışan demokratik bir Gürcü hareketi yaratılıp yaratılamayacağıdır.
Zordur ancak imkansız ise asla değildir.
Bunun ilk adımı önce kendimize sonrada Türkiyeli Gürcülere güvenmekten ve bunun gereği olarak onların inançlarına-değerlerine saygı göstererek onlarla buluşmaktan ve onları dil-kültür ve kimlik temelinde örgütlemekten geçmektedir.
Böyle bir örgütlenme süreci ile paralel olarak da demokratik taleplerimiz olan anadilde eğitim ve kimliğimizin, dilimizin yaşamasının Anayasal güvenceye kavuşturulacağı demokratik bir Anayasa’nın yapılması mücadelesinde yer almak zorundayız. Bu mücadele Türkiye gerçekliğine ve Türkiye’nin demokratikleşme sürecine hizmet etmeli, emek-demokrasi-özgürlük güçleri ile birlikte hareketi temel almalıdır.
Eğer Türkiyeli Gürcü aydınların yüreklerinde azıcık vicdan azıcık erdem var ise tıpkı kendi ana-babalarına sahip çıkmak gibi kendi kimliklerine sahip çıkarak ya demokratik değerler içinde asimilasyona karşı dil-kültür ve kimlik mücadelesinde üzerlerine düşeni yapma cesareti gösterirler ya da tam tersini yaparak tarihin karanlık kör kuyularında hak ettikleri yeri alma erdemsizliğini yaşarlar.
Bunun başka da bir yolu yoktur…
Birinci yolu seçenlere;
Canları cehenneme kadar yolları açık olsun…
Onlara yazıklar olsun….
Kış uykularından asla uyanmasınlar…
Artık karar verme süreci onlara kalmış.
Ya onurlu bir duruş ya da onursuz bir yaşam…
Ya analarını-babalarını, atalarını inkar eder gibi asimilasyon karşısında kimlik mücadelesi vermekten kaçacaklar ya da onlara sahip çıkarak samimi ve çıkarsızca kimliklerine demokratik bir çizgide sarılıp mücadele edecekler.
Tükenmedik.
Umutluyuz .
Çünkü Türkiyeli Gürcüler çoğunlukla hala asıllarını inkar etmiyor.
Sıra bilinçlenmede, dil-kültür ve kimlik için örgütlenmede.
İnsanlık-Demokrasi ve Gürcülük yolumuz açık olsun.
Sonuç olarak bu yazı için şu soruların okuyucuların aklına gelmesi muhtemeldir;
1.Eğer Türkiyeli Gürcü aydınlarının ana gövdesi özde değil de sözde bir yan taşıyorsa bu durumda bu yazı neyi hedeflemektedir? Olmayan aydın muhatap alınır mı ?
2.Bu yazı çok sert ve acımasız bir içerik taşımakta, amaç “üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi”?
Yazı ile ne amaçlandı;
Bu sorular için kısaca diyebilirim ki, gerçek manada aydın olma gerekliliğini yerine getirmeyen bizim sözde Gürcü aydınlarımız varmış gibi davranılarak onlara bel bağlanmaması gerektiğinin kavranması, bunların demokratik bir Gürcü hareketinin oluşumu karşısında dalga kıran olacaklarının bilince çıkarılması, ancak her şeye rağmen şunu da göz ardı etmiyoruz; asimilasyona karşı dil, kimlik mücadelesinde samimi olan, sınırlı da olsa var olan Gürcü aydınları mücadeleyi geliştirirken bu sözde aydınlar içinden kendi vicdanına kulak verip samimi bir şekilde sürece girebilecek sınırlı sayıda kadro çıkabilir. Ancak bu gün değil mücadelenin sonraki aşamalarında.
Yazının sert ve acımasızlığına gelince maalesef Türkiyeli Gürcülerin asimilasyon karşısında geldikleri nokta bu yazılanlardan daha sert ve acımasız doğrulardır. Duyarsızlıklarımıza,
Gürcülük adına yapılan yanlışlara karşı çok daha acımasız olmak zorundayız. Eğer 20-30 sene sonra bu günleri de mumla arar olmak, beyaz ölümün (farkına varmadan gelen ölüm, yok ediliş ) devamından yana olmak istemiyorsak…
Artık Türkiyeli Gürcüler de yeni bir Gürcülük anlayışı yeşermiştir. Ve bu anlayışla yeni bir aydın kuşağı oluşacaktır.
Selam ve saygılarımızla.
Fazlı Kaya
Gürcü Kültür Merkezi Başkanı.
9 Temmuz 2011
|