Türkiyeli Gürcülerde asimilasyon,anadil ve kimlik sorunları….
Dil ve etnisite sorunu : Anadil eğitimi
Gecikmiş feodal bir yapıya sahip olan Osmanlı devleti, İstanbul'u almasıyla imparatorluk olmuş ve Bizans'ın mirasını ve yönetme alışkanlıklarını da büyük oranda devralmıştır.
Osmanlı'nın büyüme döneminde bu imparatorluğun içine dahil olan genelde biz Kafkasya’lıların ve özelde Gürcülerin, bu günümüzü anlamamızın biraz da Osmanlı'yı anlamaktan geçtiği söylenebilinir.
Osmanlı devletinin 600 yıl boyunca devam eden çok dinli, çok kültürlü, çok etnikli ve çok dilli yapısı nedeniyle, özellikle Batı'da gelişen milliyetçilik hareketlerine karşı Osmanlı'yı parçalanmaktan kurtarma arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Bunun bir sonucu olarak 1900'lü yıllarla birlikte Jön Türklerle başlayıp İttihat ve Terakki ile devam eden süreçte, Türklerden oluşan bir ulus devleti yaratma projesi yavaş yavaş dillendirilmeye başlanmıştır.
O güne kadar Müslümanlar içinde kabul edilen ve önemsenmeyen, hatta küçümsenen Türklere ayrı bir değer verilmeye başlanması ile Türk milliyetçiliği oluşmaya başlamış ve bu süreç Türklerin dışındaki Müslüman azınlıkların asimile edilmeye çalışılması ile devam etmiştir.
Ziya Gökalp gibi Türkçülüğün önemli düşünürlerinden biri olan Yusuf Akçura'ya (Pantürkist ve ırka dayalı) göre 'Geçmişte Türklük İslam'a hizmet etmişti. Şimdi sıra İslam'ın Türklüğe hizmet etmesinde' derken aslında daha sonraki süreci özetler gibiydi.
Akçura'nın 'Türkler İslamiyet'te tarih sahnesine Bağdat Halifesi'nin Kapıkulu askerleri olarak çıkmışlardı. Ve bu sadık hizmetkarlık rolünü Osmanlı döneminde de sürdürmüşlerdi. Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ile birlikte Türklerin davasına hizmet etme sırası artık İslamiyet'tedir' şeklinde özetlenecek düşünceleri, Türk milliyetçiliğinin cumhuriyet dönemindeki yönelişini de özetlemektedir.
Yusuf Akçura o ünlü ve çok yankı uyandıran 'ÜÇ TARZ-I SİYASET' (Osmanlıcılık-Panislamizm-Pantürkizm) makalesinde ayrıca; Rumlar-Ermeniler-Yahudiler vb. gayrimüslimler ve Müslüman halklardan teşekkül etmiş bir Osmanlı milleti yaratmanın Osmanlı'yı dağılmaktan kurtaramayacağını ifade ettikten sonra 'Türk Birliği (Pantürkizm) siyasetindeki faydalara gelince, Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dini, hem ırki bağlar ile pek sıkı, yalnız dini olmaktan sıkı birleşecek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair Müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek ve henüz hiç benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecektir' demektedir.
Bu düşünsel süreç daha sonra gelişerek ve yaşam bularak Türkiye'deki Müslüman azınlıkların yok sayılması-asimile edilmesinin sürecini başlatmış olup, Türklüğe dayalı bir ulus yaratma projesi ile Osmanlı'daki çok dilli çok kültürlü, çok etnisiteli çoğunluk yerini Türklüğe dayalı tek dil, tek kimlik ve tek kültür temelinde bir devlet yapısına bırakır. Tabii ki Türk halkının ulusal değerlerini oluşturma hakkı yadsınamaz. Ancak burada ters ve yanlış olan Türk olmayan Müslüman Kafkas kökenlilerin de resmi politikalar ile Türkleştirilmeye çalışılmasıdır. Karşı çıkılması gereken de budur zaten.
Kurtuluş Savaşı'nda bütün Anadolu'daki Müslüman halklar birlikte savaşıp zaferi kazanmış olmasına rağmen, 1924 ile birlikte Anadolu'daki bütün halkları asimile etme ve anadillerini ortadan kaldırmaya yönelik yoğun ve sistematik bir program uygulanmaya başlanmıştır. (Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi bunlara yönelik bir açılımdır.) Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve benzeri kanun ve uygulamalar, 'Vatandaş Türkçe konuş' kampanyaları, bunun için baskılar, cezalar, yıldırmalar sistematik bir şekilde devam ettirilmiştir.
Bu anlamda İttihat ve Terakki ile başlayıp cumhuriyetle devam eden süreç farklı kimlikleri yok sayma ve asimile etmeye çalışma, var olan etnik toplulukların dillerine yönelik baskı politikaları ayrıca bütün Anadolu kültürünü yapay bir şekilde yeniden oluşturma çabası olarak devam etmiştir. Bu süreç aslında hala bitmemiş, biçim değiştirerek devam etmektedir.
'Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Vazifemiz bu vatan içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır.' İsmet İnönü'nün bu sözünden de anlaşılacağı gibi, 1924'ten sonra Türkiye'de etnik kimliklere, onların dillerine, kültürlerine karşı planlı programlı bir çalışma yapılmıştır.
Bu düşünce ve uygulamaların amacı çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli bir yapıya sahip olan Türkiye'de tek dilli, tek kültürlü ve tek kimlikli bir Türk ulusu yaratmaktır. Bu politika gereğince Türkiye'de yaşayan herkes Türk’tür. Dil Türkçe dilidir, kimlik Türk kimliğidir, ötekiler yoktur. Maksat, Misak-ı Milli sınırları içindeki bütün fertleri aynı dili konuşur hale getirmek ve Türkleştirmektir. Bu çerçevede bir resmi ideoloji şekillenir ve yaşamın her alanında pratiğe geçirilir.
Ülkemizde değişik kimlikleri asimile etmek için dil asimilasyonuna özel bir önem verilmiş ve hala da veriliyorsa, kimlik asimilasyonuna karşı mücadelede dilin öneminin büyük olduğu açıktır. Çünkü dil asimilasyonu, kimlik asimilasyonun ilk adımıdır. Ve buna karşı mücadelenin, kimlik asimilasyonuna ciddi bir set çekmeyi beraberinde getireceği de açıktır.
Etnik bilincin gücünün göstergesi, onun devam ettirilmesi durumudur. Bunu da belirleyenin en başta etnik grubun örgütlülük durumu olduğu, dilin buna varlık durumu ile doğal bir katkı sağlaması açıkken, örgütlülük durumunun dilin örgütlenmesine daha büyük bir katkı sağlayacağı da açıktır. Etnik bir grubun varlığının esasını belirleyen, ait olma bilincidir. Bir etnik gruba ait olduğunun farkında olma, etnik grubun durumunu belirlemede öbür şartların önünde olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Çünkü bu yitirildiği zaman, kimlik asimilasyonu gerçekleşmiş demektir.
ANADİLDE EĞİTİMİN İKİ YÖNÜ
Birincisi;
İnsanın doğumuyla başlayan etrafını algılama, kavramlarla tanışma, düşünce vb. süreçlerde dil önemli bir olgudur. İçine ilk girilen ortamda, yaşamla ilk tanışılan yerde aynı zamanda bir kültürlenme söz konusu olur. Düşüncenin olduğu kadar, bilgiyi aktarmanın da aracı olan dil, doğaldır ki her insan için yaşamın ilk ve en önemli evresinde (kişilik oluşturan öğelerin biriktiği yaşta) anadildir. Başka bir dil öğrenmek gerektiğinde de ilk hareket noktası yine anadil olmakta; kavramlar, anadildeki karşılığına göre anlamlandırılmaktadır. Birden çok dil bilmek ve birden çok dil ile düşünmek elbette ki mümkündür; ancak her insan için bütünleşmenin daha çok sağlandığı, diğer dillerin adeta ortasında duran ve onları birbirine bağlayan bir dil vardır.O da Anadildir.
|
Bu nedenle bir dilin, özellikle de anadilin gelişimine olanak tanımak, o dille eğitim görmek, yaşamla diyaloğu o dil üzerinden sürdürmek önemlidir. Özellikle çocukluk çağında dilde yaşanabilecek bir sakatlanma, düşünce dünyasını bir bütün halinde sakatlayabilir. Hele ki, hiçbir dili tam olarak kullanma ve yaşama imkanı bulamayan, 'iki arada' kalan çocuklar için sorunlar çok daha boyutludur. Bu nedenle dile müdahale, yaşamın bütününe müdahale sayılır.
Heringer , 'Balık için su ne ise, insan için de dil odur' der.
Siyaset bilimci ve yazar Rossi Landi'nin 'Eğer dil geliştirilmemiş olsaydı, insan insan olarak yaşayamazdı' der.
Alman Filozof Heideger 'Dil insanın evidir' der.
Bir çocuğun anadil üzerinden almakta olduğu yolu kesip, onu yeni bir yola soktuğumuzda; mesele, dilden ibaret olmadığı için ve dil de yaşamdan kopuk olmadığından, çocuğu geriye, yani yolun başına çevirmiş oluruz. Ki bu söylediklerimiz, eğitim çağını geçmiş olup da anadilini bilmeyen veya tam bilmeyen insanlar için de en azından bir rahatsızlık kaynağı olacağı açıktır.
Ülkemizde çeşitli milliyetlerden çocukların, okul çağına kadar anadilini konuşup, okulda Türkçe ile tanışmaları, konuşma kadar öğrenmede de pek çok sorunu beraberinde getirmektedir.
Kaldı ki, orta öğrenimin mümkün kılınabildiği durumlarda da, devletin ideolojik aygıtlarından biri olan okullarda, ezilen ulusa veya azınlıklara ait kültür öğeleri yok sayılmakta ve ezen ulusun, bütün bir yaşamı kapsayan şovenizmi sahnelenmektedir.
İkincisi;
Bir etnik grubun kimliğini ve kültürünü sürdürmesinin güvencesi olmasıdır. Anadilin yasaklandığı süreçler incelendiğinde görülecektir ki, hedefte sadece dil değil, etnik toplulukların bütünü vardır. Zorla dayatılan başka dil, bir asimilasyon işlemidir ve etnik grubu yok etmeyi amaçlar. Ezen ulusa ait özelliklerin yukardan aşağı dayatma yoluyla verilmesi, var olan özellikleri kazıma çabasıyla beraber yürür.
Anadilin neden önemli olduğu, tersten bakılarak da görülebilir. Yasak koyanların, anadile karşı mücadelelerindeki ciddiyet ve kararlılık, bu işin önemini tarif eden göstergeler arasındadır. Anadilin önemini şöyle de ifade edebiliriz: Anadil bir etnik kimliğe mensup olanlara ne olduğunu doğrudan, doğal ve sürekli olarak hatırlatarak tek başına bile bir etnik kimliğin devamını sağlayabilir.
Şu sözler dil ve kimlik ilişkisini ne kadar da güzel anlatmaktadır;
Grigol Orbeliani 'Dil ölünce ulus da ölür' der.
İlia Çavçavadze 'Dil ulusun tarihi... Ulusun kimliğinin ilk işaretidir' derken, Vaja Paşavela da 'Ulus dilin annesidir' demektedir.
Sıkça başvurulan yöntemlerden biri de, ezen ulusun kültür öğelerini ezilen toplulukların kültür öğeleriyle karşı karşıya getirmek ve ezilen toplulukların kültür ve dilinin aşağı gösterilmeye çalışılarak, bu şekilde egemenlerin kendilerine destek yaratmak için kitleleri yanına çekme politikaları uygulamasıdır. Böylece çeşitli milliyetlerden ezilen ailelerin çocuklarının Türkleştirilmesi operasyonlarına, dolaylı da olsa katkı sunulması sağlanabilmektedir.
Eğitimci demokrat çevrelere kadar uzanan geniş bir yelpaze içerisinde, eğitimde şovenizmin izlerine rastlamak mümkündür. 'Tevhid-i Tedrisat' olarak anılan 'eğitimde birlik' olgusu, cumhuriyetin ilk döneminin çatışmalarını bugüne taşıyan bir yanılsamaya araç edilmektedir.
Zaten anadilde eğitim, salt bir dil meselesi olarak görülmemelidir. Demokratik içeriğe kavuşturulmuş bir eğitim gerçekleşmediği sürece, ortaya çıkacak sonuçlar, pek de değişik olmayacaktır. Bu bağlamda soruna bütünlüklü bakılmalıdır. Bir yandan, eğitimin demokratikleştirilmesinin de bir unsuru olan anadilde eğitim savunulurken, diğer taraftan gerici eğitime karşı çıkılmalı, eğitimin bütünüyle demokratikleştirilmesi savunulmalıdır.
Anadilde eğitim talebi ve bunun gerçekleştirilmesi Türkiye'de demokrasi mücadelesinin önemli taleplerinden biridir. Çünkü öbür halkları inkar etme ve asimilasyon politikaları geçmişte halkların dillerine yönelik yasaklamalar ile sürmüş, bugün görünüşte bu yasaklar kalkmış görünse de anadilde eğitimin sağlanmaması kimliklere ve dillere yönelik asimilasyonun devam ettiğinin, ettirildiğinin açık delilleridir.
'Etnik kimlik onurdur veya asimilasyon insanlık suçudur' gibi söylemleri değişik zamanlarda dile getiren sistemin temsilcileri, görünüşte kimlik ve dile yönelik asimilasyonları reddettikleri şeklinde bir pozisyon sergilemektedirler. Oysa kimlikleri gerçekten tanımış olmanın, onların dilinin ve kültürlerinin yaşaması için gerekli koşulları yaratmaktan geçtiği, geçeceği açıktır. Bunun olmadığı durumlar ve bu gibi söylemler şov yapmaktan başka bir şey değildir.
Balkan Türklerinde dil sorunları ve Türkiye gerçeği;
Aşağıdaki metne bir göz attığımızda göreceğiz ki Türkiyeli Gürcüler ve diğer etnik topluluklar olarak Balkanlar'da yaşamakta olan Türklerin dil ve kimlik gerçekliğinin çok çok gerilerindeyiz.
21 Şubat Uluslararası Anadil Günü ve Balkan Türklerinin Anadil Sorunları, (21 Şubat 2010 Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF) Raporu);
1 milyon civarında Türk'ün yaşadığı Bulgaristan'da; Türkçemiz, çocuklarımıza zorunlu seçmeli ders olarak haftada 4 saat okutulmaktadır. Türkçe'yi seçen bir öğrenci, başka bir yabancı dili seçememektedir.
Batı Trakya'da da anadilde eğitim konusunda pek çok sorunlar yaşanmaktadır. Anaokulu anlamında, Türkçe eğitim verilmezken, Yunanlı yetkililer bu konuda bulunulan talepleri göz ardı etmektedir. Batı Trakya Türklerine yönelik Türkçe ve Yunanca eğitim yapan azınlık okulları mevcutsa da, bu noktada öğretmen sıkıntısı çekilmektedir.
Makedonya'da da farklı gerekçelerle Türkçemiz pek çok sorun yaşamaktadır. Halihazırda Türkçe eğitim yapan okullarda ise, öğretmen eksikliğine paralel olarak, okullarda Türkçe ders materyalleri konusunda noksanlıklar kendisini göstermektedir.
Kosova'daki Türkler de anadil konusunda belli başlı sıkıntılar yaşayan başka bir azınlık grubumuzdur. Kosova'nın bağımsızlık sürecine en fazla katkıda bulunan etnik gruplardan biri olan Türk azınlığın anadili, Kosova Anayasası'nın 5. maddesinde resmi dil statüsünde kabul edilmemiş; onun yerine, yerel yönetimler düzeyinde kullanılabilecek resmi diller statüsünde yer almaktadır. Bu bizim için, ayrı bir üzüntü kaynağı olmaktadır. Anayasal anlamda, Türkçe eğitim konusu yasal güvence altına alınmışken; bu konuda da bazı sorunlar kendisini göstermektedir.
Yasal durum açısından, Balkan ülkeleri içerisinde anadilde eğitim konusunda en iyi durumda bulunduğumuz ülke Romanya olsa da, orda da belli başlı sıkıntılar kendisini göstermektedir. Azınlık mensupları tarafından Türkçe derslere gösterilen ilginin yeterli seviyede olmadığı görülürken, eğitim kurumlarının sayısının azlığı da ayrı bir problemdir. Görüldüğü üzere, Balkanlar'daki Türkler anadilde eğitim ve Türkçe basın-yayın faaliyetleri konusunda benzer problem yaşamaktadır. Yasal engellemeler, Türkçe öğretmen ve ders materyalleri eksiklikleri, velilerdeki duyarsızlık gibi hususlara, bir de kamuoyumuzun ilgisizliği eklenince Balkanlar'da Türkçe'nin geleceğine yönelik pek parlak bir tablo çizilememektedir. Kendi dilinde okuyamayan bir azınlığın geleceği ise, tehlike altında demektir. 'Türk demek, Türkçe demektir.'
(21 Şubat 2010 Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF) Raporu)
Öyleyse 'Gürcü demek Gürcüce demektir' de diyebiliriz. Bunun için Gürcüce anadilimizin en azından Balkanlar'daki Türkler kadar yaşama geçirilmesi için çaba sarf etmek zorundayız.
SONUÇ OLARAK DENEBİLİNİR Kİ;
a) Anadil eğitim talebi de dahil olmak üzere hak eşitliğini savunmak-istemek ve bunun için örgütlenmek.
b) Türkçe'nin herkes için ortak resmi dil olmasının yanı sıra diğer etnik dillere ve kimliklere de bu ülkede yaşam hakkı istemek sadece bir demokrasi mücadelesi olarak görülmemeli aynı zamanda daha geniş bir bakış açısı ile buna bir kardeşleşme olgusu olarak da bakılmalıdır.
c) Bizler anadilimizin ve kimliğimizin yaşatılmasını birilerine havale edemeyiz... Bizlere ait olan bu sorunların çözümü de yine bizdedir. Dil için, kimliğimiz için, kültürümüz için örgütlenmekten başkaca da yolumuz yoktur. Dil, kimlik ve kültür asimilasyonu egemenlerce örgütlü kurumlar ile uygulanıyor ve sonuç almak isteniyorsa bizler de aynı şekilde örgütlü demokratik kurumlarımızı yaratmak zorundayız.
d) Asimilasyonu durdurmak için demokratik bir çizgide Gürcü kimliği temelinde örgütlenmek ve akabinde merkezi bir demokratik örgütlenmeye gitmek. Tüm bunlarda temel alınması gereken kimliğini, dilini ve kültürünü talep eden ve bunun için mücadele eden bir etnik topluluk bilincini açığa çıkarmak. Ahmet Özkan Melaşvili ve Hayri Hayrioğlu Malakmadze gibi Gürcü önder ve aydınların izlediği Demokratik Gürcülük mücadelesi yolunu takip etmek,
e) Anadil sorunu ve diğer etnik sorunların çözümü için diğer tüm etnik toplulukların birlikte hareket etmesi ile ancak çözüm noktasında olumlu bir süreç başlatılabilir.
f) Var olan Gürcü çoğunluğunun kendiliğinden bir etnik topluluk geriliğinden kurtulması, kendisi için etnik topluluk olabilmesi için ona Gürcü Kültür Merkezleri ve merkezi demokratik yapılanmalarla Gürcülük bilincini taşımak için mücadele etmek şarttır. Bunlar milliyetçi, şoven ve ırkçı temelde yapılmamalıdır. Kimliğimizin yaşaması ve gelecek kuşaklara aktarılması için temel taleplerimizi demokratik bir çizgide dillendirmeli ve bunların araçlarını yaratmalıyız.
g) Bizler her koşulda Gürcü etnik bilincinin yaşaması için ne gerekiyorsa yapacağız. Temel olan Gürcü kimliği ve onun bilince taşınmasıdır.
h) Etnik kimlik asimilasyonunda egemenlerin Türk milliyetçiliğini ve şovenizmini tırmandırması da kimlik asimilasyonunda önemli etkiler yaratmaktadır. Anadilde eğitimin olmadığı, baskı ve uygulamaların devam ettiği ve dil asimilasyonunun ileri safhalara ulaştığı, kentleşme ile birlikte anadilin kullanım alanlarının zayıfladığı süreçlerin etnik kimlik bilincinin zayıflamasına önemli katkılar yaptığını söylemek de yanlış olmaz.
Anadilde eğitim hakkının yaşam bulmasının bizlere bağlı olmadığı ve kimlik bilincinin zayıf olduğu noktada da etnik grup mensupları tarafından anadile yönelik kitlesel öğrenme ve konuşma taleplerinin olmasının gerçekçi olmayacağı düşünülürse, kimlik bilincinin öne çıkarılmasının daha belirleyici olacağı ve ancak bu şekilde dil eğitimi ve kullanımının yaygınlaştırılabileceği açıktır.
KİMLİĞİMİZ, ANADİLİMİZ ONURUMUZDUR...
Fazlı Kaya
Gürcü Kültür Merkezi Başkanı
Not: Bu yazı Hopa’da yayınlanan “Bir Yaşam” dergisi ile ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede yayınlanmış olup ayrıca “Kafkas / Karadeniz Platform Girişimi” tarafından düzenlenen “Dillerimiz Hallerimiz” panelinde sunulmuştur.
|