Demokratik Gürcüler Platformunun Gürcü aydını, edebiyatçı-şair ve çevirmen Hüseyin Uygun ile yapmış olduğu röportaj.
- Hüseyin bey; merhaba. Bizimle bu röportaja zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ayrıca bu röportajın Türkiyeli Gürcülerin kimlik mücadelesine bir katkı yapması dileklerimizle.Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Röportaj yapmaya değer gördüğünüz için ben size teşekkür ediyorum.Türkiye’de yaşayan Gürcülerin kimlik,dil ve kültür mücadelesine yaptığınız katkılardan dolayı sizi kutluyor;bu soylu mücadelede başarılarınızın devamını diliyorum.
Ben emekli Türkçe öğretmeniyim.1953 yılında Fatsa’nın Kabakdağı Köyü’nde doğdum.”Doksanüç Harbi” nden (1887-1788) sonra büyük dedem Çürüksu’dan (bugünkü Kobuleti) gelerek Kabakdağı Köyü’ne yerleşmiş.Daha doğrusu köy falan yok, Çürüksu’lu Gürcüler bir dağın ortasına getirilip konmuşlar … Köylerini,tarlalarını,evlerini,camilerini, mezarlıklarını…oluşturmuşlar.Ben bu göçmenlerin dördüncü kuşağıyım.
-Türkiye’deki Gürcülerin bugüne kadar ki yaşadığı tarihsel süreçle ilgili neler söylemek ister siniz?
Bu konuyu iki açıdan değerlendirmek gerekli bence: 1-Artvin ve yöresinde yaşayan ,yani sınırlar değişse de kendi topraklarında kalanlar.Bu bölgede yaşayan soydaşlarımız dilini kullanma, kültürünü yaşama,kimliğini koruyup kollama konularında daha başarılı olmuşlardır. 2-Gürcüstan’ın (Acara bölgesi) çeşitli yörelerinden göç eden (…ettirilen demek daha doğru)Gürcüler;Anadolu’nun dört bir yanına serpiştirilmiş…Bu grup daha erken asimilasyona uğramış,köylerden kentlere göç arttıkça bu süreç daha da hızlanmıştır.”Dedem Gürcüymüş!” diyen dördüncü beşinci kuşak Gürcülerle karşılaştığım oluyor;bu söz içimi acıtsa da yaşadığımız tarihsel süreci çok iyi anlatıyor bence.
- Bir Gürcü aydını olarak hem Gürcüler, hem de diğer etnik toplulukların durumuna yönelik yaklaşımlarınızı, taleplerinizi anlatır mısınız?
Türkiye’de var olan etnik toplulukları yeniden şekillendirme yönünde uzun vadeli bir asimilasyon politikası izlendiği artık sır değil… Ve sonuç ortada. “ Ne devlete ne millete” yararı olmamıştır bu politikaların.
İnkardan vazgeçeceğiz,baskıları kaldırarak aklımızı ve duygularımızı özgür kılacağız.Bunun başka bir yolu olmadığını hayat defalarca gösterdi bize.Çok kültürlü, çok kimlikli bir ülkenin yurttaşları daha az mı sevecekler yurtlarını?Hayır,asla !
Türkler… Kürtler…Gürcüler…Lazlar…Çerkezler…Araplar… ve diğerleri…birlikte yaratmadılar mı bu kültürel zenginlikleri?
Öncelikli taleplerime gelince: Gürcü kimliğimi görkemli bir bayrak gibi taşımak isterim,Gürcüce konuşurken yadırganmamak ,dilimi ,kültürümü torunlarıma aktarmak isterim.Bu taleplerin zahmetsizce kazanılabileceğini düşünmüyorum. Savaşa karşı barışı, ayrımcılığa karşı halkların kardeşliğini özümseyen bir siyasal iklim oluşmalı ve bizim böyle bir iklime güneş taşımamız gerekli…
- Bize Gürcüler ile ilgili faaliyetler hakkında bilgi ve deneyimleri anlatır mısınız?
Ahmet Özkan Melaşvili ve bir grup arkadaşını saymazsak, Gürcüstan kapıları açılana kadar, Türkiyeli Gürcülerde örgütlü bir yapılanma yok gibiydi.Daha sonra kurulan dernekler sürece katkı sağladı.Kaybolmakta olan bir dilimizin olduğunu,şarkılarımızı,oyunlarımızı hatırladık yeniden.
Örneğin biz,o havayla”Kabakdağı Kültür Şenliği”düzenledik altı yıl boyunca.Binlerce insan katıldı şenliğimize.Gelenlerin hepsi Gürcü değildi.Gürcü kültürünü görmek,tanımak istiyorlardı.Gürcüstan’dan Halkoyunları toplulukları,sanatçılar,belediye başkanları,bakanlar konuğumuz oldular.Türkiye ve Gürcüstan’ın ulusal kanalları şenliğimizi görüntüledi,halkla röportallar yaptılar.Acara TV bir hafta boyunca bölümler halinde yayınladı şenliğimizde çektiklerini ve reyting rekorları kırdı.
Bunun sonrasında yapılması gerekenleri yapamadık ne yazık ki… Kendi çocuklarımıza Gürcü Halk danslarını öğretemedik, Gürcü şarkıları ve sazları ile onları tanıştıramadık.Gürcüce öğretmek için kurslar açamadık.Bir heyecan,bir sevgi seli yaşandı,bitti…
- Az çok içinde yer aldığınız Çhveneburi dergisi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Sizce Çhveneburi dergisi Türkiyeli Gürcüler için gerekli işlevi görebildi mi?Derginin çıkmaması ile ilgili yaklaşımlarınız nedir?
Çveneburi Dergisi Bizim ilk göz ağrımız,kimlik ve kültür mücadelemizin mihenk taşıdır.Melaşvili’nin hayatıyla ödediği bedelin en somut mirasıdır.İlk çıktığı yıllarda ve daha sonra çok önemli bir işlev görmüştür.Büyük bir özveri ile yıllarca Çveneburi Dergisi’ni çıkaran dostlarımıza teşekkür ve şükran borçluyuz.
Ben “ÇVENEBURİ’yi” özledim! Bu soruyu sorduğunuza göre, bu konuda bir çalışma yürütülüyor umarım.Ben buradan,geçmişe göre daha fazla katkı sunacağıma söz veriyorum.
Derginin yayın politikası ve içeriği konusunda bir beyin fırtınasının başlatılması gerekli sanırım.Ne çok fikir bir işin içinde yoğrulursa,o kadar çok fikir işin takipçisi ve katılımcısı olur.
-Türkiyeli Gürcülerin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiyeli Gürcülerin ve Gürcü kültür merkezinin durumu, sorunları nelerdir?
Türkiyeli Gürcülerin büyük bir bölümü üzerinde asimilasyon politikaları etkili olmuştur..Kimlik ve kültür konusunda duyarlı olan birçok dostumuz, dernek,dergi vb. alanlarda etkinliklerini sürdürüyor.Gürcü Kültür Merkezi de kurumsal bir kimlik kazanmış olarak bu alanda önemli bir işlev görüyor,iyi ki varsınız.
Taşrada yaşadığım için,Gürcü diasporasının işlevi ve etkisi konusunda fazlaca bilgim yok. Ama güçlü bir Gürcü diasporasının gerekli ve önemli olduğuna inanıyorum.
Dernekler ve kişiler arasında görüş ayrılıkları olduğunu okuduklarımdan,izlediklerimden sezinliyorum.
Asgari müşterekte birlik sağlandıktan sonra farklı düşünceler ve mücadele yöntemleri yararlı bile olabilir. Zaman içinde büyük bir şemsiyenin altında toplanabileceğimizi umuyorum.
- Kimlik asimilasyonuna karşı mücadelede sizce temel alınması gereken nelerdir?
“Ana dil,ana sütü kadar helaldir.” sözü ,son günlerde tüm siyasetçiler tarafından sıkça dillendirilir oldu.Bu konuda samimi olmalarını isteyeceğiz,daha da önemlisi dilimizi geliştirerek öğreneceğiz,öğreteceğiz.Yoksa, bir halk türküsünde geçen“Dil bilmez Gürcü’müyüm” ?!; sözü; kendi dilini bilmez Gürcü’ye dönüşür. Şarkılarımızla,halk danslarımızla ve diğer sanat dallarındaki üstün eserlerle tanıştıracağız yeni kuşakları. Enaz üç dört Gürcüce şarkı öğretmeliyiz çocuklarımıza;Gürcü tiyatrosunu,Gürcü sinamasının üç beş klasiğini izlettirmeliyiz örneğin…İnsan tanıdığı bildiği şeyleri sevebilir ancak.
-Türkiyeli Gürcülerin anavatanla ilişkileri nasıl olmalıdır?Bu konuda yaşanan sorunlarla ilgili görüşleriniz nelerdir?
Bir önceki sorunun cevabını da barındırıyor bu soru.Öncelikle Gürcüstan’ı mutlaka görmek,gezmek ,insanlarını, insan ilişkilerini,aile yapılarını tanımak gerek.Her gidişinizde sevgimizin katlanarak büyüdüğünü göreceğiz.
- Gürcistan'a gittiğinizi biliyoruz. Gürcistan izlenimlerinizi alabilir miyiz?
Gürcüstan’da benim köklerim var; ara sıra dokunabildiğim bir masal ülkesi. Evet,Gürcüstan’a fırsat buldukça,daha çok fırsat yaratarak sıkça gidiyorum.Büyük oğlum yüksek öğrenimini Tiflis’te yaptı.Oralı bir gelinimiz var.
Dedem sekiz yaşında büyük dedemle Kobuleti’nin (o dönemki adı Çürüksu) Sameba Köyünden Fatsa’a gelmiş.Halam sağlığında,Sarp kapısı açılmadan sölemişti bunu:”Sen Gürcülükle çok ilgilisin,bir gün mtlaka gidersin oralara.Bizim köyümüzün adı Sameba’dır,aklında olsun,Sa-me-ba!”Sülale adımız (gvari) “Motsgobili” dir. “მოწყობილი”düzenli,uyumlu anlamlarını içerir.
Gittim atalarımın köyü Sameba’ya.”Bizim sülalenin en yaşlı kişisine götürün beni” dedim.Motzgobili Hasan bidzya,83 yaşındaydı,bir ayağı yok…”Hitler faşistlerine karşı savaşırkden kaybettim”dedi.Kendimi tanıttım,göç öykümüzü anlattım:Büyük dedemin adı Hasan,iki oğlu :Şakir,benim dedem,kardeşi Süleyman…yedi ve sekiz yaşlarındalar geldiklerinde.Hasan Amca tamamladı benim bilmediklerimi…o dramatik göçün sır perdesi aralanmaya başlamıştı nihayet.Yarım saat içinde evin hanımları masayı donattılar. Olağanüstü Gürcü yemekleri,ev yapımı şarap ve Hasan Amcam tamada:İlk kadeh tanışmamızın şerefine kalkıyor…”Bize aktarılanlardan biliyorum,bu bir mucize;sen doğru yere,doğru eve geldin,biz aynı evden dağılan büyük bir ailenin bireyleriyiz” dedi.
“Peki,bizimkiler göç edince,sizinkiler neden burada kalmışlar ?”dedim.”Bunu soracağını biliyordum,koluma gir dedi,pencereye doğru yürüdük.”Bak şu gördüğün ırmak Çolohi,Rus askerleri ırmağın karşısından top ateşine tutmuşlar buraları. Köylere,şehirlere korku salmışlar-Ruslar Müslüman Gürcüleri kesecek,yakacak- diye.Kimi aileler uzak köylere,kimileri de Osmanlı topraklarına göç etmiş.Kapılar kapandı ve sizinkiler dönemedi.Yahu sen döndün ya işte! Dedi gözlerinin içi gülerek.Daha sonra yüzünü bir hüzün kapladı:Biliyor musun,Ruslar kimseyi asmadı,kesmedi. Ruslar Acara’yı insansız bırakarak ileride kolayca yutacak;Osmanlı’ya asker ve rençper lazım…Bana kalırsa Osmanlı ve Rus anlaşmış…
Bizim oralarda bu dramatik göç yok sayılır,anlatılmaz;,geride bırakılanlar dile getirilmez.Nerelerden,nasıl,kaç günde gelinmiştir ? Ben hiç tanık olmadım böyle bir anlatıya.Bunlar büyük bir sır gibi saklanırdı yaşlılarımız tarafından.Bir vapur adı söylenince suratlar asılır,bakışlar bir noktaya sabitlenirdi.”Gülnihal”
Hasan Amcanın anlattıkları kafamdaki sisleri dağıttı. Büyük ailenin öbür yaka da kalanları ile buluşmak çok güzeldi.
- “Türkiye’de Gürcü olmak” nasıl bir duygu?
Tarihi yargılamak mümkün değil ; ülkemi ve insanlarını koşulsuz seviyorum.Daha çağdaş,daha aydınlık bir Türkiye için mücadele ettim kendimce…Dedem Doğu Cephesinde Ruslara karşı savaşırken şehit oldu.Türkiye bizim yazgımız,gerçeğimiz.
Hiçbir Türkiyeli Gürcü ülke sorunlarına ilgisiz değil;Tüm siyasi oluşumlarda ve demokratik kitle örgütlerinde aktif görevler üstleniyorlar. Etnik kimliklerimizi yüksek sesle dillendirme konusunda tutukluğumuz var s adece.
Reha Mağden bu konuda şöyle diyor: Gürcü kimliğini milliyetçi bir pozisyon olarak değil,hep bir şıklık olarak düşündüm… Bununla birlikte Gürcülük benim için Kürtlerin ya da başka etnisitelerin mücadelesine benzer bir problem değil. Ben Türkiye'li olmayı seviyorum, bu coğrafyayı seviyorum, senkronik bir zemini seviyorum. Gürcülüğün benim yazdıklarıma katkısı bu yeşil gözlü şıklık hikâyesinden kaynaklanıyor olabilir. Ama şöyle bir şey de var: Gürcülük bana yabancı olmayı da öğretti. Ötekilik anlamında yabancı... Öteki olma durumunu öğretti. Öteki olma durumu olduğu zaman, hiçbir 'suçluya' karşıdan bakamayacak bir hayatın olur…”
- Gürcü şair Pridon Halvaşi ile dostluğunuzu biliyoruz. Bize Pridon Halvaşi ile dostluğunuzu ve yaşadığınız anılarınızdan bahseder misiniz?
Bu soruyu, daha önce “Pridon Halvaşi’nin Ardından” başlıklı yazımda ifade etmeye çalıştığım ve sitenizde yayınlanan yazımdaki düşüncelerimi aşağıda sizlerle paylaşarak yanıtlamak isterim.Bu yazının tamamı ekte yer almaktadır.İsteyen dostlarımız bu yazının tamamını okuyabilirler.
PRİDON HALVAŞİ’NİN ARDINDAN
Türkiye ile Gürcüstan arasında kurulan dostluk köprüsünün oluşumuna önemli katkılar sunmuştur.Bilge duruşuyla,Çveneburilerin kültür ve kimliklerini koruma çabasında her zaman yol gösterici olmuştur;onların dillerini korumadaki kararlılığı ve geldikleri yerlere olan bağlılıkları ,derinden etkilemiştir Halvaşi’yi.
Şavşat’ı hep görmek ve oradaki akrabalarla hiçbir iletişim kuramamak …Ve Çoruh’u omuzlarında heybe yapmak..! Bir gecede örülen tellerle anneyi çocuktan,kardeşi kardeşten ayıranlara bir isyan çığlıdır…sessizce,Pridon’ca…
2001 yılı Haziran ayı…Batum’dayım.Sevgili arkadaşım Altan Yılmaz’ın (Suknişvili) ofisinde bir kitap ilişiyor gözüme:”Eninde Sonunda – Pridon Halvaşi –Çeviren: Fakir Baykurt”okumaya başladım…”Tanıyor musun Halvaşi’yi?” dedi Altan,”Hayır ama tanışmayı çok isterim” dedim.Ertesi gün Pridon Halvaşi karşımdaydı.
İki gün boyunca doyumsuz sohbetler ettik. Şiir…tarih…93 Harbi…Çveneburilerin yazgısı…Moskova’da öğrencilik yıllarında Nazım Hikmet’le dostluk.(Her karşılaştıklarında Nazım:”Hey Batumlu! Gel bakalım; ne var ne yok,iyi misin,harçlığın var mı?” diyor ona.Ev ziyaretleri…sohbetler…
76 yaşındaydı o zaman.Onu tanıdıkça hayranlığım artmıştı…dolu dolu yaşanmış bir ömür: Şiirler…öyküler…kitaplar…25 yıl Acara Yazarlar Birliği Başkanlığı…iki dönem merkezi parlamentoda milletvekilliği…Acara Parlamentosu Kültür Komisyonu Başkanlığı…Türkiyeli aydın ve edebiyatçılarla dostluklar…karşılıklı ziyaretler…Bu ziyaretlerden birinde kaybolan halasını bulmak için yardım ister Türkiye’deki dostlarından.
(Hala, Batum’un Çakvi kasabasında görevli bir Osmanlı subayı ile evlenir, bir süre sonra Anadolu’ya dönerler.O günden sonra haladan haber alamazlar.Eldeki tek bilgi eniştenin Bursalı olduğudur.) Türkiyeli dostları seferber olurlar ve hala bulunur.
2005 yılı Haziran sonu…Fatsa-Kabakdağı Kültür Şenliği’nin ikincisine hazırlık yapıyoruz. Gürcüstan’dan gelecek olan sanatçı ve konukların organizesinde Zurab Tsintskiladze (oyuncu yönetmen) bize yardımcı oluyor.Pridon Halvaşi ile görüşüp şenliğimize davet etmesini istiyorum kendisinden…zurab’ın telefondaki sesi duraksıyor….neden sonra:”Bu kadar yolu otobüsle gelebilir mi?” diyor.Sen ,”söyle bakalım “diyorum.Zurab’a Halvaşi’nin cevabı:”Ne zaman gidiyoruz?” olur.
Şenliğimizin onur konuğu oldu.Şiirler okudu …anılarını paylaştı Fatsalı Gürcülerle…Ne güzel günlerdi onlar…
Ondan sonra görüşemedik, telefonda konuştuk birkaç kere.İstanbul’da tedavi gördüğünü öğrendim,aradım.”Evet hastayım biraz…”dedi sesinin tonu içimi burkmuştu…ve acı haberi Gürcü Kültür Merkezi’nin sayfasında okudum..!
Pridon Halvaşi, yaşadığı çağa tanıklık eden sorumlu bir aydın;”Her zaman her kötülüğe /Doğrulmuş mavzer olurum/” diyebilen yürekli bir ozandır.Sonuçları ne olursa olsun o,doğru olanı söyler,dokuz köyden kovulma pahasına.”ONUNCU KÖY” romanının yaratıcısı ve yakın arkadaşı Fakir Baykurt gibi.
Pridon Halvaşi güçlü bir ozandır. Sıradan tek bir satır bulamazsınız şiirlerinde.O hayatı anlatır olanca sadeliği ile.İnsan,doğa,duygular,düşünceler …onun şiir ırmağında öz yaşamöyküsünü de bulursunuz.
Yöresel dilin tadını bütün güzelliği ile yansıtır şiirlerine Türkçe ve Arapça kökenli sözcükleri kullanma konusunda bir önyargı taşımaz.
Fatsa’ya geldiğinde yeni çıkan bir kitabını vermişti bana:”samyura” “YYONCA”
En olgun döneminin şiirleri.Adından da anlaşılabileceği gibi üçer dizeden oluşuyor her şiir.Çevirmeye başladım ama daha çok işi var.
Sevgili Pridon Halvaşi üçer dizeye dünyaları sığdırmış ama çevirmenin işi kolay değil.
Pridon Halvaşi’nin insana güven veren dost sesi kulaklarımızda hep yankılanacak; yaptıklarıyla ,yapacaklarımıza yol göstermeye devam edecektir.Işıklar içinde uyu sevgili dostum…Türkiyeli Çveneburiler seni hiç unutmayacak.
Beni dinlediğiniz ve duygu-düşüncelerimi de okuyucularınızla paylaşacağınız için sizlere teşekkür ederim.
- Demokratik Gürcüler platformu olarak biz de bizimle bu röportajı gerçekleştirip, düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. 1 Haziran 2011
PRİDON HALVAŞİ’NİN ARDINDAN
Hüseyin UYGUN
“ Işıklı kişi böyle sönüyor işte.
Ölüm neden buluyor onları,yazık!
Onun güzel aydınlığından kalan bize,
bir tutam kurumuş tozu.”
(İ.Cavcavadze)
Sevdiğin bir insanın ardından yazmak ne kadar zor.Anılar …duygular…düşünceler… uçuşuyor.Toparlamak ne kadar güç…kalem bu kağıda…
Pridon Halvaşi de yok artık ! Oysa ne çok yakışıyordu Batum’a Gürcüstan’a… ve bize…
Türkiye ile Gürcüstan arasında kurulan dostluk köprüsünün oluşumuna önemli katkılar sunmuştur.Bilge duruşuyla,Çveneburilerin kültür ve kimliklerini koruma çabasında her zaman yol gösterici olmuştur;onların dillerini korumadaki kararlılığı ve geldikleri yerlere olan bağlılıkları ,derinden etkilemiştir Halvaşi’yi.
“Mithar Rogoraa Memleketi” adlı şiirinde, içten içe işleyen yaramızın sızısını ne güzel anlatmış.
Anlat ne var ne yok memlekette,
Yurtsadığım Gürcüstan’ım benim.
Bana öyle bir şey söyle,
Onsun bu yaralı yüreğim.”
“Glehi Var” adlı şiirinin son dörtlüğünü de aktarmak istiyorum bu bağlamda:
“Bu yollarda iki büklüm olayım;
Şavşat olayım öyle dilsiz,
Ve alabalıklarla dolu Çoruh,
Asılsın omzumda bir heybe gibi.”
Şavşat’ı hep görmek ve oradaki akrabalarla hiçbir iletişim kuramamak …Ve Çoruh’u omuzlarında heybe yapmak..! Bir gecede örülen tellerle anneyi çocuktan,kardeşi kardeşten ayıranlara bir isyan çığlıdır…sessizce,Pridon’ca…
* * *
2001 yılı Haziran ayı…Batum’dayım.Sevgili arkadaşım Altan Yılmaz’ın (Suknişvili) ofisinde bir kitap ilişiyor gözüme:”Eninde Sonunda – Pridon Halvaşi –Çeviren: Fakir Baykurt”okumaya başladım…”Tanıyor musun Halvaşi’yi?” dedi Altan,”Hayır ama tanışmayı çok isterim” dedim.Ertesi gün Pridon Halvaşi karşımdaydı.
İki gün boyunca doyumsuz sohbetler ettik. Şiir…tarih…93 Harbi…Çveneburilerin yazgısı…Moskova’da öğrencilik yıllarında Nazım Hikmet’le dostluk.(Her karşılaştıklarında Nazım:”Hey Batumlu! Gel bakalım; ne var ne yok,iyi misin,harçlığın var mı?” diyor ona.Ev ziyaretleri…sohbetler…bu sohbetlerin en ilginç olanını Pridon Halvaşi dizelere dökülmüş sanırım.)
“ PEREDELKİNO’DA NAZIM HİKMETİN EVİNDE DÜŞÜNCELER
1 2
O karlı beyaz günde, Cumbalı odasında oturmuştu usta.
Buzlu uzak günde, Moskova ayaklarımızın altında.
Bir başka ışımıştı sabahım, Tarihlerimizi tartışıyoruz,
Lacivert çamlar arasında. Bir Türk,bir Gürcü.
3 4
Adlarınızı neden değiştiriyorsunuz,dedi. Dedim ki: Nazım,dostum
Baktım ustanın gözlerine. Üzüldüm böyle düşünmene.
Düşüncemden öte, canlandı düşümde Ben adımı değiştirmiş değilim,
Benim acılar çekmiş topraklarım. Geri aldım onu sadece.”
76 yaşındaydı o zaman.Onu tanıdıkça hayranlığım artmıştı…dolu dolu yaşanmış bir ömür: Şiirler…öyküler…kitaplar…25 yıl Acara Yazarlar Birliği Başkanlığı…iki dönem merkezi parlamentoda milletvekilliği…Acara Parlamentosu Kültür Komisyonu Başkanlığı…Türkiyeli aydın ve edebiyatçılarla dostluklar…karşılıklı ziyaretler…Bu ziyaretlerden birinde kaybolan halasını bulmak için yardım ister Türkiye’deki dostlarından.
(Hala, Batum’un Çakvi kasabasında görevli bir Osmanlı subayı ile evlenir, bir süre sonra Anadolu’ya dönerler.O günden sonra haladan haber alamazlar.Eldeki tek bilgi eniştenin Bursalı olduğudur.) Türkiyeli dostları seferber olurlar ve hala bulunur.İşte bu karşılaşmayı anlatan dizeler:”Mamida”
“ HALAM
1 2
Görüştük en sonu. Bir fotoğrafçının önünde durduk.
Çok şeyler söylemek istiyorduk ama susuyorduk Halamın yere bakıyordu gözleri.
Yıllarca sakladığı sıcak öpücük, Daha yakın olayım diye yüreğine,
Can kattı canıma. Sağ elimi omzuna koydu.
3 4
Heyecanlıydı,titriyordu,yerinde duramıyordu. Ne söyleyebilirdim umuda dair.
Uzakta kalan öteleri anlat diyordu hep. El salladım yalnız orda kalana.
Baba yadigarı ağacı sordu, Bursa’nın yolunda bir ağaç vardı,
Olgun meyveleri hiç devşirilmemiş Benim halam gibi bükülmüş beli.”
* * *
2005 yılı Haziran sonu…Fatsa-Kabakdağı Kültür Şenliği’nin ikincisine hazırlık yapıyoruz …Gürcüstan’dan gelecek olan sanatçı ve konukların organizesinde Zurab Tsintskiladze (oyuncu yönetmen) bize yardımcı oluyor.Pridon Halvaşi ile görüşüp şenliğimize davet etmesini istiyorum kendisinden…zurab’ın telefondaki sesi duraksıyor….neden sonra:”Bu kadar yolu otobüsle gelebilir mi?” diyor.Sen ,”söyle bakalım “diyorum.Zurab’a Halvaşi’nin cevabı:”Ne zaman gidiyoruz?” olur.
Şenliğimizin onur konuğu oldu.Şiirler okudu …anılarını paylaştı Fatsalı Gürcülerle…Ne güzel günlerdi onlar…
Bir de şiir yazdı Fatsa’ya… şiiri yeni çevirdim bu yazı için, ilk defa burada yayımlanıyor.
F A T S A
Nedir Fatsa,biliyor musunuz,
Toprak,gökyüzü,deniz
Biliyorum,büyük bir insan
Anlayabilir yalnız.
Ama bugün ben de duydum
Bu ses, bu nefes
Ne diyor anlıyorum
Bu kaya, bu çayır.
Yazgı neyi almışsa
Sönmüş, sağlamış yara.
Kol kanat germiş bu dağlar.
Yedirmiş, içirmiş
Örtmüş, giydirmiş
Vermiş neyi varsa.
Duacısıyız bu güneşin
Bu suyun, yolun.
Şükürler olsun değişmediniz,
Kalabilmişsiniz kendiniz gibi,
“Çveneburiler Çveneburad”
Helal olsun size
Sevin neyiniz varsa.
Yaşasın Fatsa!
Yaşasın Fatsa!
Ondan sonra görüşemedik, telefonda konuştuk birkaç kere.İstanbul’da tedavi gördüğünü öğrendim,aradım.”Evet hastayım biraz…”dedi sesinin tonu içimi burkmuştu…ve acı haberi Gürcü Kültür Merkezi’nin sayfasında okudum..!
Pridon Halvaşi, yaşadığı çağa tanıklık eden sorumlu bir aydın;”Her zaman her kötülüğe /Doğrulmuş mavzer olurum/” diyebilen yürekli bir ozandır.Sonuçları ne olursa olsun o,doğru olanı söyler,dokuz köyden kovulma pahasına.”ONUNCU KÖY” romanının yaratıcısı ve yakın arkadaşı Fakir Baykurt gibi.
“ DEDİLER Kİ BANA
Dediler ki bana: Kötüleştin sen,
sevilmiyorsun artık, neyin var senin?
Neyini savunuyorsun bu ulusun,
Memleketin posası gerekiyorsa onlara,
Sen gerçekçi ol istediğin kadar,
Neye yarar
Yakınların tükürdükçe üstüne.”
……….
A P H A Z Y A S A V A Ş I
Sorsalar;
Neden savaştılar diye,
Nedeni bilmiyor kimse.
Kimler üzülmedi, kimler yanmadı!
Neye yaradı
Geride kalan yıkıntılar
Ve nefretin durulmayan hırçın dalgaları.
Yenen yok bu savaşta!
Yenilen? – Evet
- Var.
Hepimiz.
Pridon Halvaşi güçlü bir ozandır. Sıradan tek bir satır bulamazsınız şiirlerinde.O hayatı anlatır olanca sadeliği ile.İnsan,doğa,duygular,düşünceler …onun şiir ırmağında öz yaşamöyküsünü de bulursunuz.
“Benim rençber avuçlarımda
Yeryüzünün haritası işlenmiş.
Doğam kendi doğallığında,
İlkyazlar canımda dolanıyor.”
…………………………..
Yöresel dilin tadını bütün güzelliği ile yansıtır şiirlerine Türkçe ve Arapça kökenli sözcükleri kullanma konusunda bir önyargı taşımaz.
1 A Y Ş E 2
Biliyor musunuz, annemin adı Ayşe’ydi. Sandığında pak çarşaflar dürülüydü
Canlanıyor eski bir dam,çatısını sevdiğim. Ve bütün ramazanlarda oruç tutardı.
Benim uçup giden günlerimi saran, Üzüldü şaraptan ilk sarhoş olduğum gün
Düşlerim duruyor kapılarında. Yapma oğlum günah,dedi bana.
3 4
Ama bağbozumunda bir türkü söylerdi Biliyor musunuz,annemin adı Ayşe’ydi.
Eski bir türkü,hüzünlü sesiyle usul. Sesi bende hep yankılanacak.
Koca küpler ağzına dek dolardı Uçup giden günlerimi saran
Taze şarap kokusu eserdi rüzgarlarda. Dertlerim duruyor kapılarında.
Fatsa’ya geldiğinde yeni çıkan bir kitabını vermişti bana::”samyura” “YONCA”
En olgun döneminin şiirleri.Adından da anlaşılabileceği gibi üçer dizeden oluşuyor her şiir.Çevirmeye başladım ama daha çok işi var.Sevgili Pridon Halvaşi üçer dizeye dünyaları sığdırmış ama çevirmenin işi kolay değil.Taslak halindeki çalışmalardan iki sunacağım.Şiirle ilgili geniş bir yazıyı daha sonra sizlerle paylaşmak dileği ile.
“Çayırlar içinde en çok yoncayı severim,
Çiçekleri yalın,hüzünlü bir annenin gülümsemesi gibi,
Titreyen bir çisentiyle bakıyor yüzüme,her geçişimde. “
“Bilmiyorum ne kadar sürer karasevdamız,
Kadın olsan öldürürdü aşkın beni,ama şiirsin.
Seviniyorum ellere gidince.”
Pridon Halvaşi’nin insana güven veren dost sesi kulaklarımızda hep yankılanacak;yaptıklarıyla ,yapacaklarımıza yol göstermeye devam edecektir.Işıklar içinde uyu sevgili dostum…Türkiyeli Çveneburiler seni hiç unutmayacak.
Hüseyin UYGUN
|